Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş kurşun olamaz mı?
30 Eylül 2009
İLHAM PERİLERİ...
Şehirlerin ön yüzünde, üç günde bir sevgili değiştiren kadınların duvar afişleri vardır.
Adına manken mi ne haltsa, onu derler.
Televizyonlar, gazeteler böyle kadınlar pek severler.
Bedenlerini gecelik otel gibi kullandıran bu kadınlar, kolay para kazanmasını da, oyunu kuralına göre oynamasını da iyi bilir.
Onların ihtiraslarına iltimaslı davranan medyatik sistem, bu berbat üretimin tek sorumlusudur.
***
Şehirlerin arka yüzünde, otobüs ve minibüs durakları vardır.
O duraklarda onurlu kızlar bekler, siyah beyaz fotoğraflar gibi.
Ne yağmur, ne aşırı sıcak, onlardaki direnci kıramaz.
Eğer otobüslerde oturacak yer bulurlarsa, alnını camlara yaslar bazıları.
Bazıları kendilerinden yaşlı kadınlara yer verebilmek için tetikte bekler.
Diz altı etekleri vardır, blucinleri, her giydikleri yakışır.
Aşk onlarda ansızın bitmez, bazen ömür boyu sürer.
***
O insanları kaybedersek, ne çok şey kaybedeceğimizi bilir miyiz acaba?
Genel yayın yönetmeninin odasına girerken, sütyenini çıkarıp yazar olan kadınlar, otobüs duraklarındaki kadınlar için, neden kalem oynatmaz düşünür müsünüz?
Ülkenin televizyonları erkekleri bile oynatırken, gündemi belirleyen kadınların "soysuzlardan" seçilmesi, sizleri şaşırtmaz mı?
***
Otobüs duraklarındaki kızların batık hırsları yoktur.
İhtirasları da.
Onlar için aşk yürekte vardır, parada değil.
Onlar hala pencere kenarlarındaki çiçekleri sulamanın hazzını yaşar.
Taksitle alışveriş yapmanın heyecanını.
Hala vitrinlerdeki gelinlikleri seyrederler, hayatın en dirençli yanına tutunurken.
***
Onlar "yoksul ama onurlu" duruşun, ilham perileridir.
Başkaları enayi masalı dese de.
HAKKI YALÇIN'IN
06/06/09 TARİHLİ TAKVİM GAZETESİNDEKİ YAZISINDAN ALDIM VE ALTINA İMZAMI ATTIM... :)
Adına manken mi ne haltsa, onu derler.
Televizyonlar, gazeteler böyle kadınlar pek severler.
Bedenlerini gecelik otel gibi kullandıran bu kadınlar, kolay para kazanmasını da, oyunu kuralına göre oynamasını da iyi bilir.
Onların ihtiraslarına iltimaslı davranan medyatik sistem, bu berbat üretimin tek sorumlusudur.
***
Şehirlerin arka yüzünde, otobüs ve minibüs durakları vardır.
O duraklarda onurlu kızlar bekler, siyah beyaz fotoğraflar gibi.
Ne yağmur, ne aşırı sıcak, onlardaki direnci kıramaz.
Eğer otobüslerde oturacak yer bulurlarsa, alnını camlara yaslar bazıları.
Bazıları kendilerinden yaşlı kadınlara yer verebilmek için tetikte bekler.
Diz altı etekleri vardır, blucinleri, her giydikleri yakışır.
Aşk onlarda ansızın bitmez, bazen ömür boyu sürer.
***
O insanları kaybedersek, ne çok şey kaybedeceğimizi bilir miyiz acaba?
Genel yayın yönetmeninin odasına girerken, sütyenini çıkarıp yazar olan kadınlar, otobüs duraklarındaki kadınlar için, neden kalem oynatmaz düşünür müsünüz?
Ülkenin televizyonları erkekleri bile oynatırken, gündemi belirleyen kadınların "soysuzlardan" seçilmesi, sizleri şaşırtmaz mı?
***
Otobüs duraklarındaki kızların batık hırsları yoktur.
İhtirasları da.
Onlar için aşk yürekte vardır, parada değil.
Onlar hala pencere kenarlarındaki çiçekleri sulamanın hazzını yaşar.
Taksitle alışveriş yapmanın heyecanını.
Hala vitrinlerdeki gelinlikleri seyrederler, hayatın en dirençli yanına tutunurken.
***
Onlar "yoksul ama onurlu" duruşun, ilham perileridir.
Başkaları enayi masalı dese de.
HAKKI YALÇIN'IN
06/06/09 TARİHLİ TAKVİM GAZETESİNDEKİ YAZISINDAN ALDIM VE ALTINA İMZAMI ATTIM... :)
TÜRKİYE'MDE GAZETECİLİK...
Ülkede kriz gerçeklesmis, iki genç Türk gazeteci atmislar,Kendilerini yurtdisina... Bir iki hafta barlarda zaman geçirip, hayatin tadini cikartmislar. Sonra is aramak için kapilari çalmaya baslamislar.Bir gün, iki gün, bir hafta, iki derken, ümitleri iyice kirilmaya baslamis. O sirada bir ilani görünce gözleri parlamis. Çiftlikte çalisacak isçi araniyor. Kosarak gitmisler.Çiftlik sahibi, tepeden tirnaga süzmüs bizimkileri,sonra ellerine birer kürek tutusturmus, büyükçe bir ahirin kapisina götürmüs. Günde üç ögün yemek, saati 5 Euro karsiliginda, ahirdaki gübreyi, 50 metre ilerideki kuyuya Tasimalarini istemis. Yatacak yer de vermis. Umutsuzluktan umuda ulasan bizim genç gazeteciler bir haftalik isi iki günde bitirivermisler.Ahir piril piril olmus.Çiftlik sahibi agzi kulaklarinda, bizimkilerin çalismalarindan son derece memnun, çiftlikte sürekli is önermis. Bizimkiler, bir daha sokaklara düsmemek için Kabul etmisler.Adam, bu sefer onlari tavuk çiftligine götürmüs. Makinenin basina gelmisler, anlatmis olayi. Dügmeye basin, yürüyen bant çalismaya baslar. Önünüzde iki kutu var, iri yumurtalari sag taraftakine,küçükleri Sol taraftakine koyup, kutulari bantlayip, ait olduklari kolilere yerlestireceksiniz.Is bu kadar basit, anlatmis ve gitmis. Geçmisler bizimkiler birer tarafa, basmislar dügmeye, bant hareket etmis, önlerine bir yumurta gelmis, almislar ellerine, bakmislar, bakmislar, "iyi MI, kötü mü,büyük mü,küçük mü" tartismaya baslamislar. Bu arada bant akmaya devam etmis ve yumurtalar, bantin ucundan çöp tenekesine düsmeye baslamis. Çiftlik sahibi tesadüfen gelmis yanlarina bakmis, onlarca yumurta bosa gidiyor,bizimkiler hala ellerinde bir yumurta tartisiyor. Durdurmus banti, "Ne yapiyorsunuz?"demis kizginlikla...
Gençler saskin bakinca,
Siz Türkiye'de NE is yapiyordunuz? Diye Sormus. "Gazeteciydik!" "Belli" demis Adam, "Bok atmayi çok iyi beceriyorsunuz AMA,
iyiyle kötüyü ayirt etmeyi bir türlü beceremiyorsunuz!"
Gençler saskin bakinca,
Siz Türkiye'de NE is yapiyordunuz? Diye Sormus. "Gazeteciydik!" "Belli" demis Adam, "Bok atmayi çok iyi beceriyorsunuz AMA,
iyiyle kötüyü ayirt etmeyi bir türlü beceremiyorsunuz!"
DEMEDİM Mİ ?...
Oraya gitme demedim mi sana,
Seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdun da hayat çesmesi ben'im?
Bir gün kızsan bana,
Alsan başını,
Yüz bin yıllık yere gitsen,
Dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?
Demedim mi şu görünene razı olma,
Demedim mi sana yaraşır otağı kur'an ben'im asıl,
Onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
Senin duru denizin ben'im demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,
Senin kolun kanadın ben'im demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin,
Demedim mi soğuturlar seni,
Oysa senin ateşin ben'im,
Sıcaklığın ben'im demedim mi?
Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?
Söyle bunları sana hep demedim mi?
MEVLANA CELALEDDİNİ RUMİ
Seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdun da hayat çesmesi ben'im?
Bir gün kızsan bana,
Alsan başını,
Yüz bin yıllık yere gitsen,
Dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?
Demedim mi şu görünene razı olma,
Demedim mi sana yaraşır otağı kur'an ben'im asıl,
Onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
Senin duru denizin ben'im demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,
Senin kolun kanadın ben'im demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin,
Demedim mi soğuturlar seni,
Oysa senin ateşin ben'im,
Sıcaklığın ben'im demedim mi?
Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?
Söyle bunları sana hep demedim mi?
MEVLANA CELALEDDİNİ RUMİ
AY YALANI ...
Necip Fazıl KISAKÜREK
Tekrar münasebet kurduğum “Bugün” gazetesinde çıkan “Ay Hikayesi” isimli ilk yazımı okuyanlar,delalet ve ihtilatları bakımından bu son derece mühim dava üzerindeki fikirlerime dikkat etmişlerdir.Günlük gazeteye nisbet,daha geniş bir tahlil ve terkib tezgahı ve mücerred fikir yatağı mecmua olarak şimdi Büyük Doğu sütunlarında bu davayı,tam entelektüel planda,en derin ve mahrem köklerine kadar irca etmek mevkiinde bulunuyorum.
Her şeyden evvel bildireyim ki,bu mevzuda inceden inceye tetkik ve takib ettiğim Batı matbuatı,bana hadisenin,İngiltere müstesna,dünyanın hiçbir yerinde tam manalandırılamadığını göstermiştir.İngiltere'deki manalandırma ise malum İngiliz gurur ve istihzacı sinsiliği (İngiliz sinizmi)içinde ancak sathî ve kısmîdir.İngilizler “Perişan edilen Dünya dururken Ay'la bu kadar uğraşmaya değmez!” hükmünden başka bir teşhise varabilmiş değiller...Hadise,umumiyetle dünyada,parmak ısırma ve çene düşürme tesiri doğurmuş ve müsbet bilgiler harikası olarak gözlere mucize çapında görünmüştür.Sadece “Anglo-Sakson”larla Cermenler ihtiyatlı,İslav'lar kıskançlıkları yüzünden şüpheli,Latin'ler ise her zamanki mizaçları icabı hayran ve feveranlıdır.Şu var ki,henüz Garb'ın büyük fikir laboratuarından hüküm çıkacak kadar vakit de geçmiş değildir.
Evet, Ay'a gidiş davası bizim gözümüzde fezaya sığmayacak kadar büyük,Samanyolu çapında bir kuyruklu yalan...
Bu yalanı sakın,Ay'a gidilemediği ve insanoğlunun Amerikanvari bir film senaryosuyla aldatıldığı manasına almayınız! İlk yazımda işin bu tarafına da bir pay ayırmış ve “Ay'a gidildiğini kabul etmek,gidilmediğine hükmetmek kadar zordur!” demiş olmama rağmen,bugün hem de Ay'a gidişi kat'i bir vakıa sayarak kaydediyorum ki ortada,bütün insanlığa yutturulmaya çalışılan mutlak bir yalan vardır.O da,Ay'a gidildiği değil,bu münasebetle müsbet bilgiler marifetine biçmek istedikleri yeni ehliyet ve selahiyettir.Evet;Ay'a gimiş olmak vesilesiyle,günün müsbet bilgiler mutekidi maddeci insanı,kainatın esrarını aydınlatmakta kendini en ehliyetli ve selahiyetli “dedektif” olarak satmaya hazırlanmaktadır.Öyle bir “dedektif”ki,zabt ve fethi muhal bilinen ötelere ait itikatları tek tek tutuklayıp kelepçelemek,karakol nezarethanesine tıkmak,nihayet fezanın son tahtaperdesine copla vurarak “Her şey bu kadar ve gerisi insanoğlunun uydurması!” hükmünü vermek,yani bütün sebep ve neticeleriyle kainatın tek izahçısı ve “raportör”ü mevkiine geçmek istidadında...Bu tavır,Ay'a gidenlerden veya onları gönderenlerden ziyade,hadisenin seyircilerinde ve inananlarında,kısacası Batılı yarı münevverde ve taklitçisi Doğulu çeyrek aydında şimdiden başlamıştır.
Nuruosmaniye Caddesinde bir kitapçıda otururken,kapıda turist arabalarına karşı favorili ve top enseli iki gencin şöyle konuştuğunu duydum:
-Boşlukta ne yapmışlar,ne görmüşler,ne bulmuşlar?
-Allah'ın (haşa) yatak odasına girmişler ama hiçbir şey bulamamışlar!..
Yakın zamanlarda ölen Rus astronotu “Gagarin” demiş ti ki;
-Fezayı dolaştım,Allah diye bir şeye rastlamadım!
Bu aşağının bayağısı küfür nev'ini yabana atmayın!Onu neyin ve nasıl doğurduğuna dikkat edin!Düşünün ki saniyede 300 bin kilometre hızla akan ışık,küremizden Ay'a bir buçuk saniyeden az bir zamanda varmaktadır.Buna karşılık,fezanın o da ölçülebilen kadarıyla belirttiği mesafe,ışığın bir milyar yılda varabileceği bir uzaklık arz ediyor.Ve akıllara zarar verici bu korkunç kemiyetin belirdiği keyfiyet,mekan ifadesiyle zamanı aşıyor.Benim ışığını şu anda gördüğüm bir “Galaksi”,bir milyar sene evvelki haliyle karşımdadır veya onu bugünkü haliyle görebilmek için bir milyar sene beklemek lazımdır.Bu arada da o,ya var,ya yoktur;ya varlığını muhafaza etmekte,yahut çoktan eriyip gitmiş bulunmaktadır.Ve bu akıl yırtıcı mesafe mefhumu kim bilir,küllî hakikatın önünde ne kadar cüz'î bir varlık ifadesi!..O feza ki,belirttiği kemiyet cinneti hiçbir sabit noktaya dayanmamakta;onun içinde en uzak yıldıza kadar bütün kainat,kendi ve birbiri etrafındaki hareketlerinden başka,topyekun bir istikamete doğru kaymakta,her an yer değiştirmektedir.
Astronomi ilminin fezada hecelediği her harfi İlahî varlığa bir delalet kabul eden büyük temsilcisi “Flamaryon”,işte fezaya bu toptan bakışın terkibî manasını getirirken,feza mikyasına göre bize 1 milimetrenin milyarda biri kadar kabul edebileceğimiz Ay'a gitme davasını,insanoğlunun kainatı zabt ve kainat esrarına hükmetme başarısı diye ele almak ve bundan feza çarpı feza kadar derin ruh hakikatlarını inkar neticesini çıkarmak,sadece eşeklik ve bizzat kendi ilimlerinde cahilliktir.
Mevlana'nın harika bir teşbihi var: Bir katır işiyor.Yerde bir idrar birikintisi...Pisliğe bir saman çöpü düşüyor ve üstüne bir sinek konuyor.Ve sinek kendisini okyanusta zannediyor!
İşte son müsbet bilgi harikasının ahmak şımarıklıklarını izah eden şaheser tablo!..
Yoksa dava,harika olmaya harikadır;fakat mucize olmak bakımından,mahalle çocuklarının malum uzuvlarıyla yaptıkları havada kavis çizme yarışından daha adi ve basit...Eğer bu harika ,şımartacağı ve İlahî esrar hududuna tecavüz ettireceği yerde,teslimiyeti ve iman emrinde kainat fethine memur insanî memuriyeti dile getirmeye vesile olsaydı-ki zaten işin hakikati bu olmak gerekir-İslam davasına tam intibak eder,müsbet bilgilere de hakiki rütbesi verilmiş olurdu.
Kafalara dank etmesi lazımdır ki,Allah'ın kudretine had tanımayan İslam dininin korkabileceği hiçbir keşif yoktur ve bu hakikatın mahfuz tutulması şartıyla ve eğer yapılabilirse,Güneşe elektrik faturası kesmek ve Merih'e teleferik işletmek bile caizdir.
Hristiyanlığın başarısı gibi gösterilmek istenen hadiseye,düne kadar dünyanın döndüğünü bile inkar eden Hıristiyanlıktır ki,İslam gözüyle bakamaz.Eğer bakabilseydi makinenin keşfinden sonra ruh emrinden sıyrılmaya başlayan müsbet bilgileri maiyetine almayı bilir ve bu günkü Batı buhranının doğmasını engellerdi.
Müsbet bilgilerin, ruh emrinden sıyrılıp muallakta kaldığı ve binbir keşif oyuncağına rağmen insanoğlunu teselli edemediği bir hengamede onun kendisine yeni bir müeyyide ve idealleştirme iklimi araması diye ifade edebileceğimiz hadise,işte böyle,biri tam küfre,öbürü tam imana sapan iki yol ağzında bulunuyor. Hadiseden en büyük ibret ve fayda dersini almak da Müslümanlara düşüyor.
Bakalım “Vatikan”dan teleskopla fezayı seyreden Papa'dan, Ay emperyalizmasını dünya emperyalizmasına çevirmek için, tam da astronotların yere indiği gün yabancı ülkelere seyahate çıkan Amerika Başkanına kadar,tutacakları istikamet ne olacak?
Dava, Ay yalanını Ay gerçeğine çevirebilmektedir...
Tekrar münasebet kurduğum “Bugün” gazetesinde çıkan “Ay Hikayesi” isimli ilk yazımı okuyanlar,delalet ve ihtilatları bakımından bu son derece mühim dava üzerindeki fikirlerime dikkat etmişlerdir.Günlük gazeteye nisbet,daha geniş bir tahlil ve terkib tezgahı ve mücerred fikir yatağı mecmua olarak şimdi Büyük Doğu sütunlarında bu davayı,tam entelektüel planda,en derin ve mahrem köklerine kadar irca etmek mevkiinde bulunuyorum.
Her şeyden evvel bildireyim ki,bu mevzuda inceden inceye tetkik ve takib ettiğim Batı matbuatı,bana hadisenin,İngiltere müstesna,dünyanın hiçbir yerinde tam manalandırılamadığını göstermiştir.İngiltere'deki manalandırma ise malum İngiliz gurur ve istihzacı sinsiliği (İngiliz sinizmi)içinde ancak sathî ve kısmîdir.İngilizler “Perişan edilen Dünya dururken Ay'la bu kadar uğraşmaya değmez!” hükmünden başka bir teşhise varabilmiş değiller...Hadise,umumiyetle dünyada,parmak ısırma ve çene düşürme tesiri doğurmuş ve müsbet bilgiler harikası olarak gözlere mucize çapında görünmüştür.Sadece “Anglo-Sakson”larla Cermenler ihtiyatlı,İslav'lar kıskançlıkları yüzünden şüpheli,Latin'ler ise her zamanki mizaçları icabı hayran ve feveranlıdır.Şu var ki,henüz Garb'ın büyük fikir laboratuarından hüküm çıkacak kadar vakit de geçmiş değildir.
Evet, Ay'a gidiş davası bizim gözümüzde fezaya sığmayacak kadar büyük,Samanyolu çapında bir kuyruklu yalan...
Bu yalanı sakın,Ay'a gidilemediği ve insanoğlunun Amerikanvari bir film senaryosuyla aldatıldığı manasına almayınız! İlk yazımda işin bu tarafına da bir pay ayırmış ve “Ay'a gidildiğini kabul etmek,gidilmediğine hükmetmek kadar zordur!” demiş olmama rağmen,bugün hem de Ay'a gidişi kat'i bir vakıa sayarak kaydediyorum ki ortada,bütün insanlığa yutturulmaya çalışılan mutlak bir yalan vardır.O da,Ay'a gidildiği değil,bu münasebetle müsbet bilgiler marifetine biçmek istedikleri yeni ehliyet ve selahiyettir.Evet;Ay'a gimiş olmak vesilesiyle,günün müsbet bilgiler mutekidi maddeci insanı,kainatın esrarını aydınlatmakta kendini en ehliyetli ve selahiyetli “dedektif” olarak satmaya hazırlanmaktadır.Öyle bir “dedektif”ki,zabt ve fethi muhal bilinen ötelere ait itikatları tek tek tutuklayıp kelepçelemek,karakol nezarethanesine tıkmak,nihayet fezanın son tahtaperdesine copla vurarak “Her şey bu kadar ve gerisi insanoğlunun uydurması!” hükmünü vermek,yani bütün sebep ve neticeleriyle kainatın tek izahçısı ve “raportör”ü mevkiine geçmek istidadında...Bu tavır,Ay'a gidenlerden veya onları gönderenlerden ziyade,hadisenin seyircilerinde ve inananlarında,kısacası Batılı yarı münevverde ve taklitçisi Doğulu çeyrek aydında şimdiden başlamıştır.
Nuruosmaniye Caddesinde bir kitapçıda otururken,kapıda turist arabalarına karşı favorili ve top enseli iki gencin şöyle konuştuğunu duydum:
-Boşlukta ne yapmışlar,ne görmüşler,ne bulmuşlar?
-Allah'ın (haşa) yatak odasına girmişler ama hiçbir şey bulamamışlar!..
Yakın zamanlarda ölen Rus astronotu “Gagarin” demiş ti ki;
-Fezayı dolaştım,Allah diye bir şeye rastlamadım!
Bu aşağının bayağısı küfür nev'ini yabana atmayın!Onu neyin ve nasıl doğurduğuna dikkat edin!Düşünün ki saniyede 300 bin kilometre hızla akan ışık,küremizden Ay'a bir buçuk saniyeden az bir zamanda varmaktadır.Buna karşılık,fezanın o da ölçülebilen kadarıyla belirttiği mesafe,ışığın bir milyar yılda varabileceği bir uzaklık arz ediyor.Ve akıllara zarar verici bu korkunç kemiyetin belirdiği keyfiyet,mekan ifadesiyle zamanı aşıyor.Benim ışığını şu anda gördüğüm bir “Galaksi”,bir milyar sene evvelki haliyle karşımdadır veya onu bugünkü haliyle görebilmek için bir milyar sene beklemek lazımdır.Bu arada da o,ya var,ya yoktur;ya varlığını muhafaza etmekte,yahut çoktan eriyip gitmiş bulunmaktadır.Ve bu akıl yırtıcı mesafe mefhumu kim bilir,küllî hakikatın önünde ne kadar cüz'î bir varlık ifadesi!..O feza ki,belirttiği kemiyet cinneti hiçbir sabit noktaya dayanmamakta;onun içinde en uzak yıldıza kadar bütün kainat,kendi ve birbiri etrafındaki hareketlerinden başka,topyekun bir istikamete doğru kaymakta,her an yer değiştirmektedir.
Astronomi ilminin fezada hecelediği her harfi İlahî varlığa bir delalet kabul eden büyük temsilcisi “Flamaryon”,işte fezaya bu toptan bakışın terkibî manasını getirirken,feza mikyasına göre bize 1 milimetrenin milyarda biri kadar kabul edebileceğimiz Ay'a gitme davasını,insanoğlunun kainatı zabt ve kainat esrarına hükmetme başarısı diye ele almak ve bundan feza çarpı feza kadar derin ruh hakikatlarını inkar neticesini çıkarmak,sadece eşeklik ve bizzat kendi ilimlerinde cahilliktir.
Mevlana'nın harika bir teşbihi var: Bir katır işiyor.Yerde bir idrar birikintisi...Pisliğe bir saman çöpü düşüyor ve üstüne bir sinek konuyor.Ve sinek kendisini okyanusta zannediyor!
İşte son müsbet bilgi harikasının ahmak şımarıklıklarını izah eden şaheser tablo!..
Yoksa dava,harika olmaya harikadır;fakat mucize olmak bakımından,mahalle çocuklarının malum uzuvlarıyla yaptıkları havada kavis çizme yarışından daha adi ve basit...Eğer bu harika ,şımartacağı ve İlahî esrar hududuna tecavüz ettireceği yerde,teslimiyeti ve iman emrinde kainat fethine memur insanî memuriyeti dile getirmeye vesile olsaydı-ki zaten işin hakikati bu olmak gerekir-İslam davasına tam intibak eder,müsbet bilgilere de hakiki rütbesi verilmiş olurdu.
Kafalara dank etmesi lazımdır ki,Allah'ın kudretine had tanımayan İslam dininin korkabileceği hiçbir keşif yoktur ve bu hakikatın mahfuz tutulması şartıyla ve eğer yapılabilirse,Güneşe elektrik faturası kesmek ve Merih'e teleferik işletmek bile caizdir.
Hristiyanlığın başarısı gibi gösterilmek istenen hadiseye,düne kadar dünyanın döndüğünü bile inkar eden Hıristiyanlıktır ki,İslam gözüyle bakamaz.Eğer bakabilseydi makinenin keşfinden sonra ruh emrinden sıyrılmaya başlayan müsbet bilgileri maiyetine almayı bilir ve bu günkü Batı buhranının doğmasını engellerdi.
Müsbet bilgilerin, ruh emrinden sıyrılıp muallakta kaldığı ve binbir keşif oyuncağına rağmen insanoğlunu teselli edemediği bir hengamede onun kendisine yeni bir müeyyide ve idealleştirme iklimi araması diye ifade edebileceğimiz hadise,işte böyle,biri tam küfre,öbürü tam imana sapan iki yol ağzında bulunuyor. Hadiseden en büyük ibret ve fayda dersini almak da Müslümanlara düşüyor.
Bakalım “Vatikan”dan teleskopla fezayı seyreden Papa'dan, Ay emperyalizmasını dünya emperyalizmasına çevirmek için, tam da astronotların yere indiği gün yabancı ülkelere seyahate çıkan Amerika Başkanına kadar,tutacakları istikamet ne olacak?
Dava, Ay yalanını Ay gerçeğine çevirebilmektedir...
KALK VE BİR BEYAZA YER VER!...
İşin magazin tarafı bir yana, mevcut tablonun ağırlığı karşısında ürkmemek, derin bir endişeye kapılmamak mümkün değil. Ferhat Kentel'in dediği gibi başörtüsü kelimesine geleneklerimizin bir parçası olması, saygıdeğer babaannelerimizin kullandığı bir nesneye karşılık gelmesi yüzünden karşı çıkılamıyordu, savaş açabilmek için bir yabancılaştırma operasyonuyla adı türban olarak değiştirildi bu yüzden. 12 Eylül anayasasının cumhurbaşkanı Kenan Evren, "Bakımsız saçlarını örtmek istiyorlar." diye aşağılarken, eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, "kadınlıklarından utandıkları için örtünmek istiyorlar." diyordu. Ayrımcılık, bir grubun tanımlanması, etiketlenmesi, suçlanması ile başlar. Verilenle yetinen zihinler bundan sonra tehdit algısı içinde onlara her yapılanı reva görmeye, haksızlıkları haklı çıkarmaya başlar.
Devlet eliyle oluşturulan aşağılayıcı, karalayıcı, statü kaybettirici düzenlemeler, korku ve tedirginlik üreten söylemler, belgeler saymakla bitmez. Düzeni yıkmak, gericilik yapmak, Cumhuriyet'e karşı olmak, ileride başkalarına baskı yapmaya kalkışacak olmak gibi gencecik kızların taşıması güç birçok suçlama itham ve tehdit. İlkokul öğretmeni Aytaç Kılınç mesela, görev esnasında başı açık çalıştığı halde işe gidip gelirken başörtülü olması gerekçe gösterilerek işine son verildiğinde hakkını aramak için dava açmıştı. Danıştay nihai kararını verirken Kılınç'ın dışarıda bile örtse kötü örnek olması gerekçesiyle işten atılmasının yerinde olduğuna karar vererek, yasağın sınırlarının nasıl genişletileceğini göstermişti. "Ya evet doğru, kötü örnek olur" demişti birçok akil insan. Kimi kadın yazarlar merak ettiklerini söylüyorlar, başörtülü kadınların yasakla ilgili ne hissettiklerini. 14 Kasım 2006'da Malatya'da Öğretmenler Günü kutlamaları için halk eğitim merkezine gelmiş öğretmen annesi ya da kardeşi bir kadın olsaydınız, tebessümle ve sevgiyle töreni izlemeye niyetlenmişken birden mikrofonu alan bir görevlinin "Başörtülüler dışarı!" diye haykıran kaba anonsunu duysaydınız, ne yapardınız acaba? Ne hissedebilirdiniz? Bu anons üzerine uzunca konuşup yazmamız gerekmez mi? Rosa Parks! Kalk ve bir beyaza yer ver demekten başka nedir bu? Ayşe Arman, bu kadar can yakan, milyonlarca kadını örseleyen önemli bir konuda haber üretmeye çalışırken birkaç gün önceye dönüp bir baksaydı her şeyi özetleyen bir cümleyle karşılaşırdı.
Hak ve adalet duygusu olan bütün insanların tüylerini diken diken eden bir karar okundu masum bir kadın doktorun yüzüne. Bir iftiraya uğradığı için açtığı davanın sonucunu ve bu dolayımdan bir kadının haddini bildiriyordu hâkim. "Davacı kamu görevi gören doktor olarak okuduğu müsbet ilmin ve akılcı bilimin aksine, başına taktığı 'türban'ın altındaki zihniyeti nedeniyle eleştirilmesine, bu eleştiriler ağır da olsa katlanmak zorunda olduğundan, ispat edilemeyen davanın reddine..."İki yıl önce 'tesettür faciası' manşetiyle bir haber yapılmış ve iki başörtülü kadın doktorun, erkek olması yüzünden Konya Numune Hastanesi'ne gelen bir çobanın röntgenini çekmeyi reddedip hastanın organ kaybına neden oldukları yazılmıştı. Hâkim bu açıklamayı, müfettiş raporlarıyla adı geçen doktorların o tarihte görevli olmadıkları, çobanla hiç karşılaşmadıkları, işyerinde başörtülü çalışmadıkları bildirildiği halde yapıyor. Çünkü dışarıda özel hayatlarında bile başörtülü olsalar bu ağır eleştirileri, hakaretleri, iftiraları hak ediyorlarmış ve katlanmak zorundalarmış. Devlet kurumlarının tutumu herkesi keyfî davranışlar, sivil yasaklar için yüreklendiriyor, neredeyse her zamanda ve mekânda ayrımcı tutumlar için topluma rol vermiş oluyor. Neyse ki kardeşlik, eşitlik ve özgürlük duygularının yaygınlığı buna izin vermiyor.
BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI İLE HAYATLARI DEĞİŞEN KADINLAR
Bütün engellemelere rağmen son derece iyi eğitimli oldukları halde, milletvekili seçilme hakları olmayan, yerel yönetimlerde mahallesi, ilçesi için fikir üretebileceği meclislerde üye bile olamayan, üzerine yürünen, zorla istifa ettirilen kadınların ne hissettikleri merak edildi demek sonunda. Kendi adıma bunu iyi niyetli bir merak, vicdanın geç de olsa yeşermesi olarak görüyorum. Bu yüzden küçük bir ipucu olarak Hazar Eğitim ve Kültür Derneği'nin Anar'a yaptırdığı bir araştırmadan söz edeceğim. Araştırmanın sonuçları, uzmanların değerlendirme yazılarıyla birlikte 'Başörtüsü: Türkiye'nin Örtülü Gerçeği' ismiyle 2007'de kitaplaştırılmıştı. Bu konuda ilk sayılabilecek araştırmanın birkaç sonucundan söz etmek bile yasaklarla gelen ağır haksızlığın yol açtığı yaraları gözler önüne serebilir.
Örneğin, yasak nedeniyle başörtüsünü açmak zorunda kalan kadınların % 70,8'i kişiliğinin zedelendiğini, parçalandığını, % 63,2'si kendini hakarete uğramış hissettiğini söylemiş. % 66,5'unun medyanın tutumu nedeniyle onuru incinmiş, % 60'ının ülkesine ve hukuka olan güveni derinden sarsılmış. Bu güvensizlik yüzünden çok az kadın, yasaklar nedeniyle kaybettiği kimi haklarını elde etmek için yargıya başvurmuş. Araştırmada en acı verici sonuç ise şuydu : Kadınların % 93,9'u "Başörtüsü yasağı olmasaydı hayatınız daha farklı olur muydu?'' sorusunu 'evet!' diye cevaplamış. Yasakla hayatının akışı tamamen değişen, hayalleri, hedefleri, gelecekleri ellerinden alınan, neredeyse başkasının hayatı kadar yabancı bir hayatı yaşamaya mahkûm edilen kadınlar... Bu kötülüklerin nesiller boyu böylece sindirileceğini, sineye çekileceğini, sürecin sonunda hedeflendiği gibi uygarlaşıp her şeyi unutan ve bağışlayan toplumun tek tip bir formatta yoluna devam edeceğini sanan insanlar...
Uzaydan bakıldığında, yağ lekesine yaklaşıldığında bütün bunların yaşandığı yer maalesef bizim ülkemiz. Bu ağır ihlalin gezip tozan, marka giyen, arabasının kapısı açılan bir avuç kadına odaklanmamız sağlanarak üzerinin bir kez daha örtülmesi dayanılması gayri mümkün bir durum.
ZAMAN
Devlet eliyle oluşturulan aşağılayıcı, karalayıcı, statü kaybettirici düzenlemeler, korku ve tedirginlik üreten söylemler, belgeler saymakla bitmez. Düzeni yıkmak, gericilik yapmak, Cumhuriyet'e karşı olmak, ileride başkalarına baskı yapmaya kalkışacak olmak gibi gencecik kızların taşıması güç birçok suçlama itham ve tehdit. İlkokul öğretmeni Aytaç Kılınç mesela, görev esnasında başı açık çalıştığı halde işe gidip gelirken başörtülü olması gerekçe gösterilerek işine son verildiğinde hakkını aramak için dava açmıştı. Danıştay nihai kararını verirken Kılınç'ın dışarıda bile örtse kötü örnek olması gerekçesiyle işten atılmasının yerinde olduğuna karar vererek, yasağın sınırlarının nasıl genişletileceğini göstermişti. "Ya evet doğru, kötü örnek olur" demişti birçok akil insan. Kimi kadın yazarlar merak ettiklerini söylüyorlar, başörtülü kadınların yasakla ilgili ne hissettiklerini. 14 Kasım 2006'da Malatya'da Öğretmenler Günü kutlamaları için halk eğitim merkezine gelmiş öğretmen annesi ya da kardeşi bir kadın olsaydınız, tebessümle ve sevgiyle töreni izlemeye niyetlenmişken birden mikrofonu alan bir görevlinin "Başörtülüler dışarı!" diye haykıran kaba anonsunu duysaydınız, ne yapardınız acaba? Ne hissedebilirdiniz? Bu anons üzerine uzunca konuşup yazmamız gerekmez mi? Rosa Parks! Kalk ve bir beyaza yer ver demekten başka nedir bu? Ayşe Arman, bu kadar can yakan, milyonlarca kadını örseleyen önemli bir konuda haber üretmeye çalışırken birkaç gün önceye dönüp bir baksaydı her şeyi özetleyen bir cümleyle karşılaşırdı.
Hak ve adalet duygusu olan bütün insanların tüylerini diken diken eden bir karar okundu masum bir kadın doktorun yüzüne. Bir iftiraya uğradığı için açtığı davanın sonucunu ve bu dolayımdan bir kadının haddini bildiriyordu hâkim. "Davacı kamu görevi gören doktor olarak okuduğu müsbet ilmin ve akılcı bilimin aksine, başına taktığı 'türban'ın altındaki zihniyeti nedeniyle eleştirilmesine, bu eleştiriler ağır da olsa katlanmak zorunda olduğundan, ispat edilemeyen davanın reddine..."İki yıl önce 'tesettür faciası' manşetiyle bir haber yapılmış ve iki başörtülü kadın doktorun, erkek olması yüzünden Konya Numune Hastanesi'ne gelen bir çobanın röntgenini çekmeyi reddedip hastanın organ kaybına neden oldukları yazılmıştı. Hâkim bu açıklamayı, müfettiş raporlarıyla adı geçen doktorların o tarihte görevli olmadıkları, çobanla hiç karşılaşmadıkları, işyerinde başörtülü çalışmadıkları bildirildiği halde yapıyor. Çünkü dışarıda özel hayatlarında bile başörtülü olsalar bu ağır eleştirileri, hakaretleri, iftiraları hak ediyorlarmış ve katlanmak zorundalarmış. Devlet kurumlarının tutumu herkesi keyfî davranışlar, sivil yasaklar için yüreklendiriyor, neredeyse her zamanda ve mekânda ayrımcı tutumlar için topluma rol vermiş oluyor. Neyse ki kardeşlik, eşitlik ve özgürlük duygularının yaygınlığı buna izin vermiyor.
BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI İLE HAYATLARI DEĞİŞEN KADINLAR
Bütün engellemelere rağmen son derece iyi eğitimli oldukları halde, milletvekili seçilme hakları olmayan, yerel yönetimlerde mahallesi, ilçesi için fikir üretebileceği meclislerde üye bile olamayan, üzerine yürünen, zorla istifa ettirilen kadınların ne hissettikleri merak edildi demek sonunda. Kendi adıma bunu iyi niyetli bir merak, vicdanın geç de olsa yeşermesi olarak görüyorum. Bu yüzden küçük bir ipucu olarak Hazar Eğitim ve Kültür Derneği'nin Anar'a yaptırdığı bir araştırmadan söz edeceğim. Araştırmanın sonuçları, uzmanların değerlendirme yazılarıyla birlikte 'Başörtüsü: Türkiye'nin Örtülü Gerçeği' ismiyle 2007'de kitaplaştırılmıştı. Bu konuda ilk sayılabilecek araştırmanın birkaç sonucundan söz etmek bile yasaklarla gelen ağır haksızlığın yol açtığı yaraları gözler önüne serebilir.
Örneğin, yasak nedeniyle başörtüsünü açmak zorunda kalan kadınların % 70,8'i kişiliğinin zedelendiğini, parçalandığını, % 63,2'si kendini hakarete uğramış hissettiğini söylemiş. % 66,5'unun medyanın tutumu nedeniyle onuru incinmiş, % 60'ının ülkesine ve hukuka olan güveni derinden sarsılmış. Bu güvensizlik yüzünden çok az kadın, yasaklar nedeniyle kaybettiği kimi haklarını elde etmek için yargıya başvurmuş. Araştırmada en acı verici sonuç ise şuydu : Kadınların % 93,9'u "Başörtüsü yasağı olmasaydı hayatınız daha farklı olur muydu?'' sorusunu 'evet!' diye cevaplamış. Yasakla hayatının akışı tamamen değişen, hayalleri, hedefleri, gelecekleri ellerinden alınan, neredeyse başkasının hayatı kadar yabancı bir hayatı yaşamaya mahkûm edilen kadınlar... Bu kötülüklerin nesiller boyu böylece sindirileceğini, sineye çekileceğini, sürecin sonunda hedeflendiği gibi uygarlaşıp her şeyi unutan ve bağışlayan toplumun tek tip bir formatta yoluna devam edeceğini sanan insanlar...
Uzaydan bakıldığında, yağ lekesine yaklaşıldığında bütün bunların yaşandığı yer maalesef bizim ülkemiz. Bu ağır ihlalin gezip tozan, marka giyen, arabasının kapısı açılan bir avuç kadına odaklanmamız sağlanarak üzerinin bir kez daha örtülmesi dayanılması gayri mümkün bir durum.
ZAMAN
Üstad'a göre Devrim...
Mâna ile Türkçenin... Baba ile evlâdın... Mazi ile hâlin... Ticaretle ahlâkın... Dudakla kalbin... Saffetle aşkın... İlimle hakikatin... Profesörle talebenin... Kültürle profesörün... Fikirle gazetenin... San'atla nizamın... Şairle şuurun... Meclisle Anayasa Mahkemesinin... Hükümetle Danıştayın... Toprakla köylünün... Makine ile millî dehânın... Sermayedarla işçinin... Parti programiyle ideolocyanın... Ve nihayet... Devlet bünyesinde beyin merkeziyle yumruk manzumesinin... Aralarını efsane çapında açtılar ve bu hâle DEVRİM ismini taktılar...
AŞKA SEVDALANMA...
Can verme sakın aşka aşk afeti candır
Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır
Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an
Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır
Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz
Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır
Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma
Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır
Aşk içre azap olduğu bilirem kim
Her kimseki aşıktır işi ahü figandır
Yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin
Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır
Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var
Aldanmaki şair sözü elbette yalandır...
FUZULİ
Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır
Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an
Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır
Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz
Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır
Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma
Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır
Aşk içre azap olduğu bilirem kim
Her kimseki aşıktır işi ahü figandır
Yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin
Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır
Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var
Aldanmaki şair sözü elbette yalandır...
FUZULİ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)